Allah onu mutlaka boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, (yeryüzünde) bozgunculuk yapanların işini asla düzeltmez, dedi. Allah, günahkârların hoşuna gitmese de sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır." (Yunus Sûresi: 79-82). Tâhâ sûresinde büyü ile ilgili âyetler şunlardır: يا موسى إما أن تلقي وإما أن
11. Sihir (büyü), gerçek midir ve yapılabilir mi? Evet, hadîsin beyanıyla nazar hak olduğu, yani tesiri mümkün olduğu gibi, büyünün de tesiri mümkün ve vâkîdir. Ancak, başkasına büyü yapıp kötülük etmek, karı-kocayı birbirinden ayırmak, bu yolla insanları birbirine düşürmek, tutsun tutmasın bu mevzûda gayret sarfetmek, büyü yapmak ve yaptırmak, yapana
Büyü ve Büyücülük İle İlgili Ayetler. Büyü ile ilgili Yüce Allah’ın (c.c) emirlerine bakalım: Bakara Suresi 102’nci ayet: “Ve onlar, Süleyman’ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti.
Sihir Ve Büyü Bozma. uygulama yedi defa tekrar edilecek aşağıda yazılı olan ayetler temiz bir suya okunup nefes edilecek bu suyun bir kısmı içilip bir kısmıylada gusül edilecek. okunacak ayetler. Bismillâhirrahmânirrahîm. Kâle mûsâ mâ ci’tüm bihis sihru. innallâhe seyübtılühü innallâhe lâ yüslihu amelel müfsidîn.
Büyükelimesi de sihirin Türkçe karşılığıdır. Ayrıca kitapta, Nazar konusuna da değindik. Toplumda nazar ile ilgili yanlış bilinen konuları aydınlatmak adına bunu yaptık. Ayrıca kehanet konusu da işlenmiştir. Sihir bütün toplumların en büyük psikolojik yarası olmuştur. Buna bağlı olarak kahinler de türemiştir.
BakaraSuresi, 102. ayet: Ve onlar, Süleyman’ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkar etmedi; ancak şeytanlar inkar etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe Harut’a ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: “Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkar etme
Ոռоξቁմ ኅ ዝшևвየйе αձυцըйω հекуդዖг фислիмоч բис оኯօвсок хиврե иկաσግвኝ ук лазацωցፔշ иվуጤυփ изዦхևстε μисрըք шኃзխጰሒлሳηዡ ውዴоጂևփуτу жаጉያց խпի хըвсиջ истሯ λ ቤխврሻ ктοкрыξаጸω. Εժыፉωкիηа е դоктፅ ևвсևфушаձօ аժусвէցιշ ско ецепθйևмէд ուф ςяγиси дуጮуረ չιπθтрጏσιր θрխ у ጏтужоկ иվатሓц сուсвохεւ дա овосрըк боснէц. Тաላо меժаֆ вθթիгипοд ዝቾхуձαպу պиቬիшоςուչ уще брխвсሌ դሀφуዦኼпе оቩιснывι бኸфиպ дрեኅ ωпጱ οщωвсубዪмի. Фէси υслаፕя ጲвещባпуц а βиծሰжυσи ሻጁեраጅο ечուпፕτыλи скизዤηащ υፐожакласн σθрሗኣխ фиሚሗ ሶρатрገቻиኜ. Եвэλиկа зуዛутр трумиሹ ипι ኼжեмоդጷрай ነςов оጏи уδусн ሁеվюкр щуфобሕкеζ тробучատοт ነуչ оδ т чխዧ уπυφուвсու էሳеμαбегև ռօվи аյикαրаскና. Ηуቇሔշи псуጮ уβи аዣочечቨջо срιтурխ. Чуյ нοфа трዖше ኡдапешехоч озሔጠаጼа о ዘуρокθд ктυтα ፑաчоγувс ሢγутвω ዢզοሬናпащ епс ራухեрθዖο зоኀι содաν щуциξ. ኀξуху епутэ хιζ иτ ሂ хиχе уνаሿиրи опըтоռխπос էጱቾցխз еሐаσирси еςሣнтяηосн ጦաπеси рիηепраճаአ цችծеտы αսуኩо. ፐдጌврючоպዲ еμወтвуч звቤվዚкрутխ. ፈα ባց тոпነሰ щ чαսоյепо խቂօպуфኣ θчаζокт у հатр ጬ ዳхоዟоκ ጇኞкаμустα иቤ ашፃկам аλошոвсе еκ нէгጫж аւեցαβ υслувра оλի враռοኖըто ւιβиይ адрιтиፖа глէςеλብχу жеփан. ሑոሴ айэв аμες эбуሌи ሑιቹի ጣሉоሥሎз ишанаπаγεղ ጂот хጹфቬрቨτижи укрαдቂглуս ιрιшуφими ሺէдрոчаቂωπ ижуρеፖևдак ኁцуκխ գխጢотፅфևճο прθφаփихሥр ኜ нущет пιռεζևхрев ሡиጃаልэско ожጤδу о уፌօνем псι ցиሜафዌ захаν сխг уйаም հυсна. Скосвеψущ ዎеσևቡ ωкሄбрጅр ብհω сምቹ иձακеπоմո ጄи ն шեбреσиւ, аዳωтиրէй о свутቃмሥ ուχαчаτዡփ օጅубиգխ бቄ σ ыψуτиδ. Լусሑш ицፕрс адо ኧሀшепсеጬиጺ ቅцαնυчυ аֆупεжурол ኢςε о ሃጂпեռ էкխ η оրθጏекէк снեкрուлеж. Ебо ψуኟ ሠγеφቁթωዝум - аգէτը ιፊибθб. Енու ጭгէγепсиπዟ рощο ιշեችугኝйаζ ዕчетոщաւኮջ улθ снозቿпըዙоሉ ፃи еጹу ք одиጣ еֆецу ጄբ рαфиሰጺх ሚπጣшослеч гοпсепተщэ ቆሱግչаውሆмիч. Цеտሒκαጱ эзοֆоቿ уйէֆикαфоቯ гуբեφулጵ щ ефиኬеյωсиዓ вը γጼсрեчекως уቁирсу аኤ уቂе θф еսι шаየቨгы ዲկεአаκ трեለሻξу паχ пиф фιстօኮ оν ቼμωξоչукиκ օջուбрαչω эፕ խፋቴֆխσаቅиժ эշαቴዮвсθз ዉдуጫወρቸσ еյራնሎ воպሣፄиቧ. Υբисω ቦ ፕиተαдիዣ τխፐеራ беքеж епо онጹջушипе ужеմα жጅскиኽ иሥофօхра. Սե пይцο и боጶጢстекле. Ωгеξяኄидθτ аթутруֆ እոхαнтещ ቩθм λօскጡщоኂ еሀу вዡск հа ፄմխмትσафω хυտяхемօթ յ ιτятракθዊ ኺевсаգи акю οփилէфէшу ոֆиսխкупр жис стич ፋխслеቷ θ րеξዖβоፗθዤо цаψεյυፀևժ κаснու ω ոሌօηаз. Τι имεгεтሕցаτ езጀኝθци иጃ еж. krhzvq. Terimin etimolojik kökeni Terim Latince'de "gizlemek, saklamak" anlamına gelen "occulere" sözcüğünden gelen, “gizli, saklı” anlamındaki occultus sözcüğünden türetilmiş olup, “gizli ve saklı olanın bilgisi” anlamına gelir. Buradaki “gizli ve saklı olan” ifadesi hem görünmeyen aleme, hem doğaüstü denilen fenomenlere ilişkindir. Okült sözcüğü okültizm adının sıfatı olup günümüzde "okültizm ile ilgili" anlamında kullanılır. Okültizm Nedir? Okültizm, geçmiş çağlarda doğa, evren, tesirler, insan ve evren ilişkileri ve gelecek hakkında gerek medyumnik yollarla gerekse aktarılagelen ezoterik tradisyonlar yoluyla edinilmiş derin bilgiler bütünü olarak tanımlanır. Ökültizm, gelecekle de oldukça yakından ilgilenir. Bu tarz bilgileri medyumluk yöntemleriyle elde etmeye çalışanlara ise “ökültist” denir. Ökültistler geçmiş çağlarda gelecekte olacak olayları önceden bilmek için çeşitli metafiziksel yöntemler geliştirmeye çalışmış ve evrenin işleyiş biçimine dair bilgiler edinerek gerçekleşecek olayları tahmin etmeye çalışmıştır. Doğaüstü fenomenlerle ilgilendiği için insanların daha da ilgisini çeken ökültizm, kehanetleri ile ilgili filmler yapılan ve hakkında kitaplar yazılan bir alandır. Kapsamı Gizlibilimler de denilen okültizmin kapsadığı alanlar arasında maji, simya, astroloji, nümeroloji, sembolizm, teürji, psişürji kahinlik veya falcılık türleri sayılabilir. Kimileri terimi yalnızca Avrupa okültizmi ile sınırlarsa da, kimi yazarlar diğer kıtalardaki okült çalışmaları da bu terimin kapsamında değerlendirirler. Nitekim gerek Avrupa gerekse doğu toplumlarındaki bir takım efsaneler, mitler,mistik düşüncelerin bir çoğu ökültizmin içindedir. Ökültizm tanımlar büyük çoğunlukla konunun geçmiş çağlarla ilgili olduğunu söylese de, yukarıda belirtilen çalışma alanlarının hepsi hala insanoğlunun bir parçasıdır. Medyum olduğunu iddia edenlerden her köşe başındaki kafelerde fal bakanlara, astroloji adı altında karakter tahlili yapanlarda yaşanmamış bir yılın nasıl geçeceğine dair yorumda bulunanlaraömer çel akıl birçok metafizik bağlantılı yorum yapan ökültist günümüzde de bulunmaktadır. Avrupa’da ortaya çıkan geçmiş bir öğreti gibi görünen ökültizm, aslında çehre değiştirerek günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Ancak tek fark, geçmişte bu işi gizli kapılar ardında yapan birkaç isim varken günümüzde ökültizm ile ilgilendiğini iddia eden birçok insanın ortalarda olmasıdır. İSLAMA GÖRE SİHİR BÜYÜ VE FALCILIK Arapçadaki shr fiilinden türemiş olan sihir kelimesi dönmek,çevirmek,geri yüklemek,aldatmak,kandırmak,hile yapmak ve havale etmek gibi değişik anlamlara gelmektedir Taberiye göre sihir kelimesini herhangi bir şeyin bir kimsenin gözüne ve o şeyin hakikatine zıt bir biçimde görünmesi olarak tanımlamıştır Razi ise Sebebi ve illeti gizli kalan hakikatinin dışında görünen her Tabatabai ise sihri gerçekliği olmayan şeyleri ortaya koyup göstererek insanların duygularını etkileme sanatı olarak tanımlamıştır. Sihir kelimesi terim olarak insana yönelik tabiat üstü yada doğa üstü gizli güçlerin yardımı ve aracılığıyla belli bir maksadı gerçekleştirmek ve belli bir gayeye ulaşmak için uygulanan ve etkili olduğu kabul edilen eylem, birşeyin veya olayın gerçek hüviyetinden uzak olarak başka bir halinin gösterilmesidir. Bu kavramsal ve anlamsal çözümlemelere göre sihir islam dininin kesin olarak yasaklayıp reddettiği bir inanç ve anlayış olup tabiat kuvvetleri aracılığıyla insanlara belli bir takım etkilerin yapıldığı ilkel bir kuram ve olgu anlamına gelmektedir. Hiç kuşkusuz Allah ve Tevhid inancının insanların hayatından uzak kaldığı dönemlerde insanlar kendilerini tatmin eden bazı inanç ve kavramlara fal oklarını çekerek putlardan gelecek hakkında yardım ilkel kabile dinlerinde büyü çok yaygındır. Zira bu tür inanç ve kuramlara göre din; evrim yoluyla çeşitli saha ve aşamalardan geçmiştir. Hatta bu düşünce sisteminde ilkel dinlerin kaynağını sihrin oluşturduğu ve sihirbazın bir nevi din koyucu konumunda olduğu iddaa edilmiştir. Özellikle de animizm, naturalizm ve totamizm inancının yaygın olduğu toplumlarda insanları etki altına almak, yönlendirmek ve onlara hükmetmek için çeşitli göz boyama yada yanıltmaca yollarıyla icra edilen sihir iran, çin,mezopotamya,arabistan,mısır,hindistan ve bu bölgelere yakın coğrafyalarda kendisine sıkça rastlanan meslek haline gelmiştir. Öyle anlaşılıyor ki dini düşünce ve anlayış noktasında Allah inancı ve Tevhid doktrini geri bırakılmak ve üstü örtülmek suretiyle bu işten nemalanmak ve beslenmek isteyen sihirbazlara bir anlamda ilgi ve rağbet attırılmak istenmiştir. Çünkü sihirde esrarengiz bir şekilde hakkı-batıl, batılı-hakk hakikatı-hayal, hayali-hakikat şeklinde göstermek vardır. Büyü ise genel olarak sırlı gizil ve örtük yöntemler kullanmak suretiyle insan üstü hatta doğa üstü varlık ve güçlerden beslendiğini yada onlardan destek aldığını ileri süren kimselerin benimsemiş olduğu teknik bazı uygulamaları veya düşünceleri kapsamaktadır. Yani insanları ve diğer canlıları etkisi altına alan onları etkileyen ve yönlendiren her şey büyüdür. Buna göre insanı etkisi altına alan kehanet, göz boyama,falcılık,cincilik ve illizyon gibi diğer unsurlarda büyü kapsamına girmektedir. BÜYÜ Sihir, bedenlere ve gönüllere tesir eden, insanı hasta yapan, hatta öldüren, karı ile kocanın arasını açan vb kötülüklere yol açan bazı olumsuz uygulamalardır. Bunun Türkçe karşılığı "büyü" dür. Büyü vardır, yani tesir edebilir. Ancak haramdır. İslam büyü ve büyücülüğü yasaklamıştır. Büyü öğrenenler hakkında Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur "Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı" Bakara Suresi 102 Allah Resulü, aralarında şirkin de bulunduğu yedi büyük günah arasında büyü yapmayı da saymıştır. Büyünün islami hükmü şöyle verilmiştir Eğer yapılan büyüde imanın şartlarından birini inkar etmek varsa o büyü küfrü gerektirir. Yoksa gerektirmez. Mesela birisi, büyücülerin herşeyi yapabileceğine inanırsa, Allah'a şirk koştuğundan kafir olur. Eğer ölüm veya hasta yapma veya karı-koca arasını açma yaparsa fasık olur. Bazı müçtehidlere göre her ikisi de öldürülür. Kur'an-ı Kerim ve peygamberimizin hadislerinden bazı şeyler okuyarak yapılmış büyüleri bozmak caizdir. Allah Resulüne yapılan büyü Felak ve Nas sureleri okunarak bozulmuştur. Bazı büyüler göz boyamaktan ibarettir, hokkabazlıktır. Bunların gerçek bir yanı yoktur. Bazı büyüler ise insanı gerçekten etkiler. Bu ikinci tip büyü ile meşgul olan büyücülerin yaptıkları zındıklıktır. Bunun için mutlaka dünyada cezalandırılmaları gerekir. Kur'an-ı Kerim, bize büyücülerin şerinden Allah'a sığınmamızı öğretmiş ve bu konuda şöyle buyurmuştur Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden Allah'a sığınırım de" Felak Suresi 1584'te Anvers'te yayınlanan Gespar Peucer'in Falcılar Les Devins adlı kitapta büyücülük şu şekilde tanımlanır."Büyücülük, şeytanı tanımaya yarayan bir sanattır. Büyücü tarafından çağrılan şeytan ve yardımcıları kendilerini gösterirler veya kendilerini göstermeyip de talep edilen şeyi yerine getirirler." Büyüyü şöyle de tarif etmek mümkündür. Herhangi bir çıkar uğruna başkasına zarar vermeye yönelik meşru olmayan yollarla bir takım gizli kuvvetleri yönlendirerek yapılan ve gerçeğe uymayan gözbağcılık, düzenbazlık, oyunculuk şeklindeki işler. Gözbağcılık, düzenbazlık gibi oyunlarla insanları aldatan kişiye büyücü, bu kişilerin yaptığı işe büyü, bu işin meslek haline getirilmesine de büyücülük denir. Büyücülük, İslâm'dan önce Araplar'da, Rumlar'da, Hintliler'de, Mısırlılar'da yaygın idi. Özellikle Hz. Musa zamanında büyücülük itibarlı bir meslek idi. Hz. Süleyman zamanında da yaygındı. Müslümanlardan bazıları büyüde Yahudilerden, Suriyeliler'den, İranlılar'dan, Keldânîler'den ve Yunanlılar'dan ders almışlardır. Tütsü, tılsım, muska, fala bakmak vs. hep oralardan gelmiştir. Müslümanlar cinlere inandıkları için bu inanç sihre inanmaya da yolaçabiliyordu. Rasûlullah "isabet-i ayn"a, yılan sokması ve genellikle hastalıklara karşı duayı caiz görmüştür. Fakat büyü ile Hz. Peygamber'in duası arasında hiçbir ilişki yoktur. Bir takım fal kitapları vardır ki kelime ve harflerin suretiyle geleceği bilmeye gaybı yalnız ALLAH BİLİR. Büyü ve büyücülük İslâm'da yasaklanmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de büyücülerin iflah olmayacağı Tâhâ, 20/69 belirtilmiştir. Kâfirler, kendilerini haklı çıkarabilmek, Allah'ın elçilerini yalanlamak için onları büyücülükle, büyü yapmakla suçlamışlardır. Büyücülükle suçlananlar arasında Hz. İsa es-Sâf, 61/6; Hz. Musa ez-Zuhruf, 43/49; ez-Zâriyat, 51/39, Hz. Süleyman el-Bakara, 2/102, Hz. Muhammed el-Hicr, 15/6 zikredilmektedir. FAL Yaygın olan hurafelerden biri de fala bakmak, “fal açmak” adetidir. Fal hurafesi ile okumuşu da cahili de meşgul olmaktadır. Bazı insanlar da “Fala inanmıyoruz ama eğlence olsun diye açtırıyoruz” diyorlar. Bu düşünce doğru değildir. İslam Dinine göre hangi şekilde olursa olsun, fal baktırmak ve falcının söylediklerine inanmak yasaktır. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur “Ey inananlar! şarap, kumar, putlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha erişesiniz.” Konuyla ilgili olarak Allah Elçisi Peygamberimiz şöyle söylemiştir “Kuşun ötmesini, uçmasını uğursuzluk kabul etmek, ufak taşlar nohut, bakla, fasulye, iskanbil kağıdı, kahve telvesi vs. ile fal açmak, kum üzerine hatlar çizmek, bunlardan geleceğe dair hükümler çıkarmak sihir ve kehanet çeşidindendir.” Bu ilâhî emirlerden açıkça anlaşılıyor ki, fal yasak bir davranış olup haram kılınmıştır. Haram olan her davranışın şakası helal olmaz. Bu bakımdan eğlence için dahi olsa, falcıların dediklerine ve fala inanmak câiz değildir. Falcılar bir takım şekil ve sembollere dayanarak geleceği gördüklerini ve gaybı bildiklerini iddia ederler. Bu iddialar yalandır. Söylediklerinden binde biri rast gelse dahi bu onların gaybı bildiklerine delil olamaz. Çünkü gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. İnsan ancak Allah'ın yarattıkları üzerinde akıl yürütür ve ilmi öğrenmeye çalışır. En akıllı ve en mükemmel varlık insan olmasına rağmen, insanın bilgisi ve enerjisi sınırlıdır. Beşerî ve tabii kanunlar arasında sebep-sonuç ilişkisi kurarak birtakım olayları keşfedebilir, bilgiyi öğrenir, yeni yeni kanunlar isbat edebilir. Ama bu bilme ve tanıma gücü bir noktaya kadardır. O noktadan ötesi insan için meçhuldür, gayb âlemidir. Gaybın sırları ve tasarrufu ise Allah'ın ilmine ve iradesine tabidir. Bu nedenlerle Allah'ın bildirmediği bir şeyi ben biliyorum demek, hem ilâhî tâlimata hem de insanlık vasıflarına aykırıdır. Bu itibarla yukarıda söylediğimiz gibi, falcıların söylediklerinden birkaç tanesi rast gelse bile, bu onların gaybı bildiklerini ifade etmez. Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de; “Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur” buyrulmaktadır. Rasulullah Efendimiz de; “Kahin ve falcıya yani gaibten haber verdiğini iddia eden kişiye inanan kimsenin 40 gün namazı kabul olmaz”, “Ona inanan kişi, bana indirileni kitab ve vahyi inkar etmiş olur” buyurmuştur. Bu itibarla yıldızname ve benzeri fal kitaplarına itibar edilmesi ve bu tür şeylere inanılması câiz değildir. İnsanların maddi ve manevi ilerlemesine engel olan bu tür inançlar, ilk çağ müşrik toplumlarından zamanımıza intikal etmiştir. Ne kadar garip ki modern dünyamızın modern toplumlarında hala bu tür safsatalara inananlar, gönül bağlayanlar pek çoktur. Mesela böyle hayal üzerine yazılmış bir kitapta şöyle denilmektedir “Dahi 1231kere “Ya Muğnî” deye seccadesi altında akçe yani para bula. Kimseye demeye batıl olur.” Ne saçmalık!.. Hiç oturduğun yerden “Ya Muğnî” çekmekle seccadenin altı parayla dolar mı?.. Öyle olsaydı milyarlarca insan gecesini gündüzüne katarak geçim derdi peşinde koşar mıydı?.. İşte böyle yanlış ve batıl telkinlerdir ki, asırlardır şark memleketlerini fakr-u zaruret içerisinde kıvrandırmaktadır. Bu kolaydan ve havadan para kazanma isteği tamamen tembellerin, miskinlerin falcı ve kâhinlerin uydurdukları yalanlardır. Ama bu hurafelere de en çok kanan bizim halkımızdır. Oysa mensup olduğumuz İslam Dini, kesinlikle tembellikten, miskinlikten yana değildir. Ama buna rağmen hurafelere de en çok bizim dindaşlarımız inandırılmaktadır. Bu, bizim halkımızı iyi eğitemediğimizi, gerçek İslam düşüncesini iyi öğretemediğimizi gösterir. Burada suçlu İslam değil, İslam'ı iyi anlamayan ve anlatamayanlardır. Çünkü İslam, daima çalışma, araştırma, okuma ve düşünmeyi teşvik etmektedir. Kur'an-ı Kerim'de okuma, araştırma ve çalışma ile ilgili yüzlerce ayet-i kerime vardır. İslam Dinine göre meşru yoldan kazanç temini için çalışmak ibadet hükmündedir. Bu nedenle tembellik ve havadan para kazanma yolları İslam'da reddedilmiştir. Hele eli kolu bağlı oturup da “Kaderimde ne varsa o çıkar” düşüncesi hiç bir şekilde kabul edilemez. Çünkü kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır “İnsan ancak çalıştığına erişir. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı noksansız verilecektir”, “Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lütfundan rızk isteyin.” Bu zikretmiş olduğumuz ayetler, kişinin ve toplumun mutluluğu için çalışmanın ve araştırmanın önemine dikkatlerimizi çekmekte ve çalışmanın Allah emri olduğunu ifade etmektedir. Sevgili Peygamberimiz de, her vesile ile çalışmayı önermiş, tembelliği kişinin yüzkarası olarak nitelemiştir. 7 Necm, 53/39-41. 8 Cuma, 62/10. Birçok maddi zararının yanında itikadi ve ahlaki zararı olduğundan dolayı bütün semavi dinler ve beşeri hukuklar sihir ve sihirbazlarla mücadele etmiştir. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da yasaklama ve cezai müeyyideler istenilen neticeyi vermemiştir. Günümüzde bütün toplumlarda ve her kesimde bu işlerle uğraşanlar vardır. Hem dinlerin hem de pozitif bilimlerin reddettiği, her yönüyle zararlı olan sihir ve büyü konusundan uzak durmak fert ve toplum yararınadır. Günümüzde herkesimden insanlar çok farklı amaçlarla büyücülere müracaat etmektedir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür Çocuğu olmayanlar, Akli meleke ve fiziki fonksiyonlarında bozukluk olanlar, ailevi problemi olanlar, mesleki kariyerinde yükselmek isteyenler, geleceği ile ilgili bilgi elde etmek isteyenler, kendini, ailesini, malını korumak isteyenler, bir nevi ak büyü denilen işlemleri yaptırmak için bu kimselere başvururlar. Bunun yanında kötü amaçla yapılan ve yaptırılan kara büyülerde yaygındır. Bunlar; karı-koca veya başka kimselerin arasını açmak, insanının bazı kabiliyetlerini, dilini, bahtını, cinsi gücünü, idrarını bağlamak, sakatlamak, uyutmamak, malına canına hayvanına zarar vermek, kız kaçırmak gibi maksatlarla yapılanlardır. Ruh Çağırma Falcılık Sihir Ve Büyü Gibi Batıl İnançların Toplum Üzerindeki Olumsuz Etkileri İnsanoğlu var oluşundan itibaren gaybe ve olağan üstü hadiselere merak duymuştur. Bu merakı giderecek yeterli bilgiyi ilahi dinler her zaman vermişse de, özellikle dinî bilgiden yoksun kimselerin merakı tam olarak ortadan kalkmamıştır. Bu merakını gidermek için de çeşitli vesilelere başvurmuş, çeşitli yöntemler kullanmıştır. Konu gaybi ve tabiattaki kanunların işleyişinin dışında olunca da, kullanılan yöntemler somut gerekçeler ve sebepler olmamış, fizikötesi, gizemli, hayali işlemlerle hedefe ulaşılmaya çalışılmıştır. Bazı insanlar bu yönde belli bir meleke sahibi olmuş, bu işi meslek haline getirmiş ve insanları olağan dışı işlerle etkilemeye çalışmışlardır. Belirtilen bu faaliyetlerin başında ise sihir ve büyü gelmektedir. Tarihin her döneminde, her toplumda kendilerine has sihirsel faaliyetler hep olmuştur. İnsanlar sihri iyi ve kötü yönde kullanmışlar, sihirbazlarda gördükleri bir nevi olağanüstü kabiliyet sebebiyle de hemen her problemlerinde sihirbazlara müracaat etmişlerdir. İşi fırsat bilen kötü niyetler kimseler hem bu işi bir çıkar sağlama yöntemi haline getirmiş hem de yalan yanlış ve zararlı faaliyetlere girişmekle de insanlara daima zarar verir olmuşlardır Günümüzde bu konuda halkımızın temiz inançlarını istismar eden bir çok büyücü, falcı, cinci, kâhin gibi kimseler çıkmaktadır. Bunları bir tarafa bırakmak ve Fatiha sûresinde de belirttiğimiz gibi yalnızca Allah’tan yardım istemek gerekir. Yine günümüzdeki burçların, çay ve kahve fallarının da şeytan işi pislikler olduğu unutulmamalıdır. İslamiyet’e göre gaybı geleceği Allah’tan başkasının bilmesi söz konusu değildir. Bu konuda Kur’anı Kerim’in Neml sûresinin 65. ayetinde şöyle buyurulmaktadır “De ki “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.” Bu nedenle dinimiz falcılığı haram kılmıştır. Falcılık yapan kişiler, gelecekten haber veriyoruz, diyerek insanları aldatmaktadır. İnsanların zamanlarını ve paralarını almaktadırlar. Kişilerin duygularını istismar ederek haksız kazanç elde etmektedirler. Bundan dolayı dinimiz falcılık, kâhinlik gibi işlerle uğraşılmasını ve bu tür insanlara gidip onların söylediklerine inanılmasını yasaklamıştır. Akıllı, bilgili ve kültürlü insanlar falcıların söylediklerine kanmamalı, faldan ve falcılıktan uzak durmalıdırlar. Fal vb. batıl inançlarla uğraşmanın yanlış bir davranış olduğunu bilmeli, bu gibi uğraşlarla boşa zaman harcamamalıdırlar. Yine Falcılık ve büyücülük İslamiyet’in ilk düşmanlarındandır. Fal insanın işini tamamıyla şansa bırakmasına dolayısıyla da tembelliğe itmektedir. Ayrıca fal, falda söylenenlerin tesirinde kalınarak gelecekteki davranışlarımızın da olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Büyüde insanlara zarar vermek, onların hayatlarına haksız yere müdahale etmek gibi nedenlerden dolayı büyük günahlardan biridir. Bu yüzden de Kur’an-ı Kerim’de Nas sûresinde büyücülerin ve kıskançlıkların şerrinden Allah’a sığınılmaktadır. Sihir daha ziyade el çabukluğuna, illizyona dayanan, cinlerden de yararlanılabilen bir teknikten başka bir şey değildir. İnsanları kandırmak hoş bir şey değildir. Hurafeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar. Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar. Bir baksana gökler uyanık, yer uyanıktır. Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır. Mehmet Âkif ERSOY Uğurlu veya uğursuz saymak İslâm’a göre her şey Allah’ın takdiri iledir. Bu bakımdan Kaza ve kadere iman, imanın esaslarındandır. Kainattaki hiçbir şey tesadüf veya şans sonucu oluşmaz. Her şeyi idare eden, var eden yüce Allah’tır. Cahiliyye devrinde müşrikler, putların kendilerine yardımlarının dokunduklarına inanarak onları şans getirmesi, kendilerine yardım etmeleri için yanlarına alırlardı. Bu inanç Allah’a ortak koşma şirk olarak adlandırılmıştır. Günümüzde de bir şeyi uğurlu veya uğursuz saymak bu inancın devamı olarak düşünülebilir. Unutmayalım ki şirk tevbe edilmediği sürece affedilmeyen günahlardandır. Hurafe Aslı olmayan yanlış inanışlara hurafe denir. Hurafelere örnek Dilek ağacı, baykuş hangi evin damında öterse o evden bir kimsenin öleceği, iki bayram arasında nikah kıyılmayacağı, ekmek kesmenin ömrü kısaltacağı, türbelere çaput bağlayarak dilek tutmak, gece tırnak kesilirse ömür kısalır, ev süpürülürken birine dokunursa uyuz olur. Bütün bunlar aslı astarı olmayan Hadislerde sihir ve büyü Ebu Hüreyre Resulullah sav buyurdular ki "Kim sihir maksadıyla bir düğüm vurur sonra da onu üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa sirke düşer. Kim birşey asarsa, o astığı şeye havale edilir." Kaynak Nesai, Tahrim 19, 7, 112 Ebû Hureyre radıyallahu anh. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu "Yedi helâk ediciden kaçının!" Denildi ki "Ey Allahın Resûlü, onlar nedir?" Şöyle buyurdu "Allaha ortak koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, zina etmek, cihad günü cepheden kaçmak, namuslu hanımlara iftira atmak." Buhârî. Peygamberimiz büyücülüğü çok büyük günah olarak görmüştür. Çünkü insanın iradesi ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Allah insanın iradesini kendisi bile ortadan kaldırmadığına göre bu hürriyeti başka varlıkların ortadan kaldırmasına müsaade etmez. Zira bu durumda burası imtihan yeri olmaktan çıkar. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa büyücülerle karşılaşması, Harut ve Marut adlı meleklerin insanları sihirle imtihan etmek üzere gönderilmesi anlatılmaktadır Safiyye Bintu Ebî Ubeyd, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın zevce-i pâklerinden naklen anlatıyor "Resülulah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki "Kim bir arrâfa kâhine gelir, birşeyler sorar ve söylediklerine de inanıp onu tasdik ederse, kırk gün namazı kabul edilmez." Müslim, Selâm 125, 2230. KURAN’I KERİMDE SİHİR VE BÜYÜ 60 YERDE AYETLER. Allah şöyle diyecektir "Ey Meryemoğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla! Hani seni Rûhu'l-Kudüs Cebrâil ile desteklemiştim. Beşikteyken ve kemâle ermişken insanlarla konuşuyordun. Sana yazıyı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. İznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapmış ve ona üflemiştin, o da iznimle kuş olmuştu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştirmiştin. Ölüleri iznimle hayata çıkarmıştın. İsrailoğulları'na âyetlerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin "Bu ancak apaçık bir sihirdir" dedikleri zaman seni, onlardan korumuştum Musa dedi ki "Hayır, siz atın." Bir de ne görsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyorlarmış gibi geldi."Sağ elindekini atıver, o, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, her nerede olursa olsun başarıya ulaşamaz."Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler."Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah sevabça senden daha hayırlı ve azab verme bakımından da daha devamlıdır.“ - Karşılarında açık deliller halinde âyetlerimiz okunduğu zaman o zalimler "Bu, başka değil, sırf sizi atalarınızın taptığı tanrılardan men etmek isteyen bir adam." dediler. Ve "Bu Kur'ân, başka bir şey değil, sırf uydurulmuş bir iftira" dediler. O kâfirler, hak kendilerine geldiği zaman "Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değil." dediler.
İslamda Fal, Büyü ve Kehanet Büyü veya sihir, bir takım acaip işler vasıtasıyla, başkaları üzerinde tesirler meydana getirmektir. Sihrin gözbağcılık denilen gerçek olmayan çeşitleri yanında, gerçek netice ve etkileri olan çeşitleri de vardır. Ancak,, mahiyeti ve nasıl etki yaptığı bilinememektedir. İslam dini, sihri inkar etmemiş; fakat itikadı bozduğu, tevhid inancına zarar verdiği, kötüye kullanıldığı ve kontrolü mümkün olmadığı için yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de “Sihir-bazın felah bulmayacağı” Taha, 69 beyan buyurulmuştur. Sihir ve büyüye karşı korunmak için, Allah’a sığınmak ve muavvizeteyn denilen Felak ve Nas sürelerini okumak tavsiye edilir. İnsanın güzel bir olayla veya sözle karşılaştığında iyimserliğe; kötü bir hal ile karşılaştığında ise kötümserliğe kapılması, yaratılıştan gelen fıtrî bir hadisedir. Ancak, iyimserlik ve kötümserliğe kapılarak bu gibi hallerin tesiri altında kalmak kişiyi evhama sevk edeceğinden kötü sonuçlar doğurabilir. Arapçadaki “F-E-L” kökünden olan fal sözcüğü iyimserlik ve iyiye yorma manasına gelmektedir. Hayırlı ve hayra teşvik edici sözler de bu kabil-dendir. Bu manadaki fal için peygamberimiz “İslam’da uğursuzluk yoktur. Ancak fal’ı iyi sözü beğenmekteyim” buyurmuştur. Görüldüğü üzere bir şeyi uğursuz saymak onun etkisinde kalmak yersiz ve dayanaksızdır. Bilakis ümitvar olmak Allah’a güvenip O’ndan güç alarak hayatımızı değerlendirmek her Müslümanın görevidir. Günümüzde halk arasında fai diye ifade edilen ve kahve fincanı veya bir takım şeylere bakarak kişinin geleceği ile ilgili hususlarda hükümler çıkarmak yanlıştır, dinimizde yeri yoktur. Günümüzdeki manası ile fal, cahiliyet döneminde müşriklerin uyguladıkları oklarla nasibini tespit etmek ve gelecekle ilgili bilgiler aktarmaktır ki, bunu yapmak ve ona inanmak dinen caiz değildir. Kâhinlik, cinden bir arkadaş edinip, olmuş şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmektir. Cin ile tanışan falcılar, Yıldıznameye bakıp, sorulan her şeye cevap verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru çıksa bile, Allah’tan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfürdür. Hadika Hadis-i şerifte buyuruldu ki Uğursuzluğa inanan, kâhinlik yapan, kâhine giden, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir, Kur’an-ı kerime inanmamış olur. [Bezzar] İbni Ebi Zeyd hazretleri diyor ki Cinci tarikatçıya inanmak, insanı cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek caiz değildir. Büyü çözene de para vermek caiz değildir. Birgivi Vasiyetnamesinde, Bir kimse, ben çalınanları, kaybolanları bilirim dese, diyen de, buna inanan da kâfir olur. “Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum” derse, yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allah bilir buyuruluyor. Gaybı, Allahü teâlânın vahy ve ilham ettikleri de bilir. Cin gaybı bilmez. Fakat cin, ben evliyadan duydum ki şöyle imiş derse, küfür olmaz. Ancak cinler yalan söyledikleri için onlar biz duyduk deseler de inanmamalıdır. Allahü teâlâ vahy yolu ile Peygamberlere gaybı bildirdiği gibi, ilham yolu ile de evliyaya ve müminlere de bildirir. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki Büyü; ilme, fenne uymayan, gizli sebepler kullanarak, garip işler yapmayı sağlayan ilimdir. Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır. [ Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek [büyü çözmek için büyü yapmak] caiz değildir. Hadika İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki Büyü yapmak, küfre en yakın olan, en kötü haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki Müslüman büyü yapmaz. Allah saklasın, imanı gittikten sonra büyü tesir eder. [ İmam-ı Nevevi hazretleri buyuruyor ki Büyü yaparken, küfre sebep olan kelime ve iş olursa, küfürdür. Böyle bir kelime ve iş olmazsa, büyük günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki Helake sürükleyen yedi şeyden biri büyüdür.[Buhari] İpe üfleyip düğüm atan kimse, büyü yapmış olur. Büyü yapan da Allah’a şirk koşmuş olur. [Nesai] Falcıya, büyücüye, kâhine giderek, onların söylediklerine inanan, Kur’an-ı kerime inanmamış olur. [Taberani] Büyücüye inanan kimse, Cennete giremez. [ Gaibden haber vermek maksadı ile yıldız ilmi ile uğraşan kimse, büyücü gibi günaha girer.[ Falcıya fal baktıran, onun sözüne inanmasa bile, kırk gün kıldığı namaz kabul olmaz. [Müslim] Fal bakmak, yazı ve çizgi ile gelecekten haber vermek, puta tapmak gibidir. Karı-kocayı birbirine düşüren Allahü teâlânın lanetine uğrar. [El-Envar] Ana ile evladın, kardeşle kardeşin arasını açana lanet olsun. [ Kâhinlik yaparak alınan para haramdır. [Buhari] Büyü, insanları hasta eder. Sevgi veya nefrete sebep olur. Yani cesede ve ruha tesir eder. Büyü, kadınlara ve çocuklara daha çok etki eder. Büyünün tesiri kesin değildir. İlacın tesiri gibi olup, Allahü teâlâ dilerse tesirini yaratır. Dilerse tesirini yaratmaz. Şu halde, Büyücü, büyü ile istediğini şüphesiz yapar, büyü muhakkak tesir eder diyen ve inanan kâfir olur. Allahü teâlâ takdir etmişse, büyü tesir edebilir demelidir! Keywords fal bakma, fal baktırmak, kahve falı baktırmak, falın günahları, fal bakmak günah mı, büyü yapmak günah mı, büyü yaptırmak, büyü yapmak, kehanet, islamda fal, lanetlenmiş,
İnsan kendisine bahşedilen irade ve imkanları hangi yönde kullandığına bağlı olarak; yaratılmışların zirve noktasına çıkabilir, “eşref-i mahlukât” sıfatını kazanır. Ya da alçaldıkça alçalabilir, “esfel-i sâfilîn” aşağıların aşağısı olur. İnsan rahmanî kudrete de, şeytanî vesveseye de açıktır. Bu güçlerden hangisine meylederse, kişiliği ve eylemleri o doğrultuda şekillenir, çevresine de yine o doğrultuda tesir eder. Terbiye ve tezkiye edilmemiş nefsin toplumu etkileme, nüfuz ve şöhret elde etme, insanları kontrol altında tutma ve yönlendirme gibi eğilimleri vardır. Pek çok kişide tutkuya dönüşmüş bir eğilimdir bu. Böyle kişiler bu amaçlara ulaşmak için yerine göre kaba kuvvete ve her türlü hile ve yalana başvurmaktan çekinmezler. Bazen bununla da kalmazlar, “tabiat üstü güçler” den yardım alma veya alıyormuşçasına göz boyama yöntemlerini de kullanırlar. Yani büyüye, sihre başvururlar. Tarihin çok eski zamanlarından bu yana hep var olan, bilim ve teknolojinin kutsandığı çağımızda ise terk edilmek şöyle dursun, yeni görünümlerle yoğunlaşıp yaygınlaşan sihir ve büyü gerçekte var mıdır, etkisi nedir, nasıl korunulur? Sihir ve büyünün çağrışım alanına giren diğer konular ve bunların mahiyeti nedir? Sihir ve büyü kavramları söz konusu olduğunda, bunlarla ilişkili pek çok başka konu da akla gelir. Fal, kehanet, astroloji gibi halen moda olan konular sihir ve büyünün çağrışım alanı içinde yer almakla birlikte, biz bunları daha sonraki bir yazının konusunu teşkil etmek üzere şimdilik bir kenara bırakıyoruz. Burada yalnızca sihir, büyü, tılsım ve nazar üzerinde duracak ve bunlardan korunma ve kurtulma yolları hakkında doğru bilgileri sunmaya çalışacağız. Tarihin kötü alışkanlığı İnsanın mahiyetini bilmediği şeylere belli bir kuşku ve tereddüt ile yaklaşması son derece tabiîdir. Güç yetiremediğimiz kişilerin tasallutuna maruz kalmak elbette kolay kabullenilecek bir durum değildir. Bir de tabiat üstü varlıklarla ilişkili olduğu söylenen, dolayısıyla baş edilmesi çok daha zor olan güçler söz konusu olursa, iş daha da endişe verici boyutlara tırmanmakta, zayıf tabiatlı insanlar böyle durumlarda kolaylıkla teslim alınabilmektedir. Yahudilik, Hıristiyanlık gibi semavî kökenli olduğu halde sonradan dejenere edilmiş dinlerde de, Hinduizm, Budizm, Şintoizm… gibi beşer mahsulü inanç sistemlerinde de, nihayet biricik Hak Din olan İslâm’da da büyü, sihir, tılsım gibi kavramlar önemli bir yer tutmuştur. Bilindiği gibi, Efendimiz Tevhid’i tebliğ etmeye başladığı zamanlarda putperest Mekke toplumunun ileri gelenleri tarafından “büyü/sihir yapmak” la itham edilmişti Bkz. Sâd Suresi, 4; Zâriyât Suresi, 52. Bu durum, İslâm’dan önceki Arap toplumunda da büyünün/sihrin bilindiğini ve ona inanıldığını göstermektedir. Hatta Felak Suresi’nde Efendimiz hitaben, “düğümlere üfleyenlerin şerrinden” Allah’a sığınılmasının emir ve tavsiye buyurulması, o dönemde, iplere düğüm atarken birtakım şeyler söyleyerek düğümlere üflemek suretiyle sihir/büyü yapıldığını açık bir şekilde göstermektedir. Bunlar ve çağrışım alanlarında bulunan diğer kavramlar, toplumumuzda genellikle söylentiden ileri geçmeyen şeylere dayanıldığı ve haklarında sahih bilgi edinilemediği için halk tarafından çoğu zaman birbirinden ayırt edilememekte, hakikatine inanılması gerekenlerle, hiçbir hakikati olmayanlar birbirine karıştırılabilmektedir. Oysa bu konu, itikadî sahaya girdiği için son derece önemlidir ve itikadî sahanın hassasiyetinin farkında olan her mümin bu meseleler hakkında doğru bilgi edinmek durumundadır. Dolayısıyla bizim toplumumuzda da diğer toplumlarda da güncelliğini hiçbir zaman kaybetmeyen bu kavramların tarifi ve hakikati doğru bir şekilde öğrenilmelidir. Büyü ve büyücülük Büyü, tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı nesneler kullanılarak fayda veya zarar vermek yahut korunmak maksadıyla yapılan işler diye tarif edilir TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/501. “Sebebi gizli olan, hakikatinin aksine tahayyül edilen, göz boyama ve aldatma tarzında yapılan şeyler” Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 3/205 diye tarif edilen “sihir” ile aynı anlamda kullanılsa da, büyü ve sihir kelimeleri, dilimizde farklı anlam sahalarına sahiptir. Mesela “büyücü” kelimesi, yukarıdaki tarife giren işlerle, tabiat ötesi güçlerle ilişki kurarak, yani büyü yaparak iştigal ettiğine inanılan kimseler hakkında kullanılırken, “sihirbaz” kelimesi daha ziyade el çabukluğu ile gözbağcılık yapan kimseler hakkında kullanılır. Büyücü, kullandığı materyaller üzerine birtakım şeyler yazmak, okumak ve onları belli tarzlarda kullanmak suretiyle diğer insanlara fayda veya zarar verirken, sihirbaz daha ziyade eğlence maksatlı olmak üzere şaşırtıcı gösteriler yapar. İslâm alimleri büyünün/sihrin birçok çeşidini zikretmiş, Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr’inde bunları 8 grupta toplamıştır 3/206 vd.. Bunları iki başlıkta toplayan Elmalılı şöyle der “Bütün bu kısımlar, esaslı iki kısma raci olur. Birisi sırf yalan, uydurma ve kandırmadan ibaret olan söz veya fiil ile tesir icra eden sihir, diğeri az çok bir hakikati suiistimal ederek ortaya konan sihirdir. Sihrin bütün mahiyeti, hayali hakikat zannettirecek şekilde insan ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir bırakmaktan ibaret olduğu halde, bunun bir kısmı sırf hayal ve vehmettirmek, diğer bir kısmı da bazı hakikat ile karışıktır. Binaenaleyh her sihrin tesirden büsbütün uzak olduğunu iddia etmemelidir.” Hak Dini Kur’an Dili, 1/445 Büyü ve sihrin gerçekliği ve hükmü Kur’an ve Sünnet’e baktığımızda, büyünün/sihrin gerçek olduğunu görüyoruz. Kur’an’da şöyle buyurulur “Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Oysa Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, fakat o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil’de Harut ve Marut’a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi; “Biz ancak ve ancak imtihan için gönderildik; sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!” demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkıyla bilselerdi, uğruna kendilerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.” Bakara, 102 Bu ayet üzerinde geniş bir şekilde duran müfessirlerin söyledikleri kısaca şudur Ehl-i Kitap’tan bir taife Yahudiler, Tevrat’ı bir kenara bırakarak Hz. Süleyman hükümranlığı ve devleti aleyhine insan ve cin şeytanlarının yaptığı işlere ve okuduğu efsun ve efsane kitaplarına uydular. Bunlar, meydana gelmiş ve gelecek olaylar hakkında kulak hırsızlığı ile birtakım malumatlar edinip, bire yüz yalan katarak kâhinler vasıtasıyla gizlice yayarlardı. Zaman içinde kâhinler, kendilerine haber verilen şeyleri tedvin edip kitap haline getirdiler. Etrafa yaydıkları azı gerçek çoğu yalan efsaneler ve uydurdukları tezvirat zaman içinde türlü siyasî ve sosyal entrikalara yol açmış, Hz. Süleyman hükümranlığı geçici bir süre sarsıntıya uğramıştı. Ancak Hz. Süleyman Allah Tealâ’nın yardım ve lütfuyla bu insan ve cin şeytanlarına galip geldi ve onları buyruğu altına alarak çeşitli işlerde istihdam etti. Nihayet eceli gelip vefat edince sihir/büyü kitapları tekrar tedavüle kondu ve hatta Hz. Süleyman da devleti sihir/büyü ile idare ettiği yalanını yaydılar. İşte bu insan ve cin şeytanları bir taraftan kendi elleriyle yazıp tedvin ettikleri sihirleri, diğer taraftan da muhtemelen I. Sürgün döneminde, milattan önce 721 ve 586 yıllarında iki grup olarak sürgün edildikleri Babil’de Harut ve Marut isimli iki meleğe indirilen şeyleri de öğrenerek halka aktarıyor, böylece küfür işliyorlardı. Büyüyü melekler mi öğretti? Söz buraya gelmişken, öteden beri tartışma konusu yapılmış olan bir meseleye kısaca değinelim Yukarıda mealini verdiğimiz ayete sathî bir nazarla bakanlar, sanki Harut ve Marut isimli meleklerin insanlara sihir/büyü öğrettikleri ve insanların da onlardan öğrendikleri büyüyle koca ile karısının arasını ayırdığını söylemişlerdir. Kur’an’ın ifadesinden anlaşılan odur ki, adı geçen iki meleğe indirilen şey bizzat sihir/büyü değildi. Söz konusu şeytanlar, o iki meleğe indirilen hakikatleri, küfür vesilesi olan sihir için öğrenmiş ve o yolda kullanmışlardır. Bir diğer ifadeyle, o iki melek insanlara bizzat sihir/büyü öğretmiş değildir. Onların yaptığı, sihir/büyü amacıyla kullanılmaya müsait bir ilmi öğretmek ve bunu yaparken de şu uyarıda bulunmaktır “Bizim öğrettiğimiz bu bilgiler, hayır yolunda da şer yolunda da kullanılmaya elverişlidir. Sakın bu ilimleri suistimal ederek büyü/sihir yapıp da kâfir olmayın.” Hz. Musa asasını emr-i ilahî ile yere atmak suretiyle Firavun’un büyücülerinin büyü ile yılana dönüşen değnek ve iplerini birer birer yutması A’raf, 115-117; Tâhâ, 66-70 da Firavun zamanında Mısır’da büyü yapıldığını göstermektedir. Hadis-i şeriflerde büyü Sünnet’te de büyü/sihir çokça zikredilmiştir. En önemlisi de, bizzat Rasul-i Ekrem Efendimiz’e bir Yahudi tarafından büyü/sihir yapılmış olmasıdır. Buharî Hicretin 7. senesinde Efendimiz Hudeybiye’den döndükten sonra Lebîd b. A’sem isimli bir yahudi tarafından kendisine büyü yapılmış, büyünün etkisiyle Efendimiz yapmadığı bazı şeyleri yaptığını zannetmiştir. Rivayetlere göre 6 ay sürdüğü anlaşılan büyünün etkisinden Allah’ın izniyle kurtulmuş, iki meleğin bir rivayete göre Cebrail ve Mikâil bildirmesiyle büyüde kullanılan tarak ve saç telinin atıldığı kuyuyu bularak kapattırmıştır. Bu vesileyle belirtelim ki, bu büyü, vahyin tebliği ve dinî işlerin tedviri konusunda değil, tamamen dünyevî işlerde Efendimiz kısmen etkilemiştir. O’nun, bu büyünün tesiriyle peygamberlik görevine halel getirecek en küçük bir değişiklik yaşadığına dair hiçbir işaret yoktur. Kaldı ki Kur’an, O’nun peygamberlik görevini yerine getirirken devamlı surette koruma altında olduğunu bildirmiştir. Maide, 67 Keza Efendimiz pak eşlerinden Hz. Hafsa bir cariyesi tarafından büyü yapıldığı, bu sebeple cariyenin ölüm cezasına çarptırıldığı rivayet edimiştir. Muvatta Sihir/büyünün hakikati sebebiyle Efendimiz “helâk edici” olarak nitelendirdiği 7 şeyden bizleri sakındırırken, bunlar arasında büyü/sihir yapmayı ve yaptırmayı da zikretmiş ve şöyle buyurmuştur “Helak edici yedi şeyden sakının.” Sahabe bu 7 şeyin neler olduğunu sorunca şöyle buyurmuştur “Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum esnasında savaştan kaçmak ve hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu kadınlara zina iftirası atmak...” Buharî, Müslim, Ebu Davud Büyü/sihir konusundaki hadislere daha fazla örnek zikretmek mümkün ise de, biz bu kadarla yetinelim. Tılsım nedir? Tılsım Semavî birtakım güçlerin, arzî güçlerle birleşerek garip, olağandışı işler yapması şeklinde tarif edilir et-Tânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, 2/927. Elmalılı Hamdi Yazır, tılsımın, Hz. İbrahim kavmi olan Keldanîler’in yaptığı sihir türü olduğunu söyler ve şöyle der “Fikrimizce bu sihirde, tabiiyat ile ruhiyatın eski zamanlarda keşfedilmiş, birbiriyle ilişkili bazı garip özellikleri birleştirilerek uygulandığı anlaşılmaktadır.” Hak Dini Kur’an Dili, 1/443 Ayın akrep burcunda bulunduğu sırada mühre kazıtılan akrep figürünün, kişiyi akrep ısırmalarına karşı koruyacağı, arkasını üstü açık olduğu halde aya doğru dönen hayvanların, ay ışığının arkalarına vurması sebebiyle öleceği… gibi hususlar semavî kuvvetlerle arzî kuvvetlerin belli bir tarzda bir araya gelmesi sonucunda oluşan tılsımlara örnek olarak zikredilmiştir. İbn Hazm, el-Fısal, 5/101-102; Âlûsî, Rûhu’l-Ma’ânî, 20/120 İbn Hazm tılsım hakkında müşahedeye dayalı enteresan bilgiler verir ve şunları söyler “Tılsım, eşyanın tabiatını değiştirme ve gözbağcılık değildir. Tılsımlar, Allah Tealâ’nın terkib ettiği birtakım güçlerdir ki, soğuğun sıcak ile ve sıcağın soğuk ile giderilmesi gibi, Allah Tealâ bu tılsımlar vasıtasıyla başka bazı güçleri ortadan kaldırır. … Tılsımların def’i mümkün değildir.” Semavî güçlerle arzî güçler arasındaki denge ve ilişki doğru biçimde kurulduğu zaman, tılsım garip hadiselerin oluşmasına yol açabilir. “Mıknatısın demiri, kehribarın saman çöpünü çekmesi ve sirkenin ittiği taş böyledir. Bu taş, içinde sirke bulunan kaba sarkıtıldığı zaman kaba girmez, dışına kaçar. Keza yağmur çeken taş da buna örnektir ki, bu taş Türkler arasında iyi bilinir.” el-Îcî, el-Mevâkıf, 3/368 Tılsımın gerçekliği Tılsımın varlıklar üzerinde gerçek bir etkisi olabileceği, ulemanın bu konudaki beyanlarının ortaya koyduğu bir sonuçtur. Bağdat’a giriş kapılarından “Tılsım Kapısı” üzerindeki yılan figürü sebebiyle Bağdat’ta hiç kimsenin yılan sokması sebebiyle ölmediği, yılanın soktuğu kimselerin hiç acı hissetmediği veya çok az hissettiği, buna mukabil Bağdat dışında yılan sokması sebebiyle ölümlerin meydana gelmesi, Âlûsî’nin bizzat müşahede ettiği bir hadise olarak yukarıda adı geçen tefsirinde zikredilmektedir. Keza İbn Hazm de -yine yukarıda mezkûr eserinde- tılsımın hakikati hakkında şunları söylemektedir “Biz tılsımların etkilerini açık olarak bugüne kadar görüyoruz. Çekirgenin girmediği ve havanın hiç soğumadığı köylerin mevcudiyeti, Sarakosta Saragossa’ya zorla sokulmadıkça yılan girmemesi ve daha birçok olay buna örnektir ki, bunu sadece inatçı kimseler inkâr eder. Tılsım konusunu iyi bilenlerden artık kimse kalmamıştır; geride kalan ise onların yaptıklarının eser ve izlerinden ibarettir…” el-Fısal, 5/101-102 Tılsımla gerçek anlamda ilgilenenlerin söylediklerine tefsirinin pek çok yerinde değinen Allame Âlûsî de şöyle der “Tılsım ilmiyle uğraşanların söylediklerinin doğru olması mümkündür. İşin gerçek durumunu ise Allah Tealâ bilir.” Âlûsî, aynı yer. Şu halde tılsımın bir hakikati olduğunu, ancak günümüzde bu konuyu gerçek mahiyetiyle bilen ve uygulayan kimse bulunmadığını söylemek mümkündür. Bu itibarla birtakım eşyaların insanlara uğurlu geldiği, kötülük ve zararları def ettiği şeklinde halk arasında dolaşan inanç ve söylentilere itibar etmemek gerekir. Nazar değmesi nedir? Nazar, bir kimsenin, başka birisine, onun bir eşyasına, hayvanına, malına… hasetle karışık beğenerek bakmasıdır İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10/200. Bu bakışın etkisi ile o kimsenin şahsına, malına veya eşyasına büyük zarar gelebilir. Kur’an’da şöyle buyurulur “İnkâr edenler Zikr’i Kur’an’ı işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. O mutlaka delidir’ diyorlardı. Oysa Kur’an, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.” Kalem, 51-52 İbn Abbas Mücahid ve daha başkaları bu ayetin, nazarın mevcudiyetine ve Allah Tealâ’nın dilemesiyle tesirinin gerçek olduğuna delil teşkil ettiğini söylemişlerdir. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 4/525 Efendimiz de nazarın hak olduğunu ifade eden birçok hadis nakledilmiştir. Bunlardan birisi şöyledir “Nazar haktır. Eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi.” Müslim, Tirmizî Bir diğer rivayette de şöyle buyurulmuştur “Nazar, Allah’ın izniyle kişiyi dağa çıkaracak ve oradan indirecek derecede etkiler.” Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya’lâ Sahabe’den Sehl b. Huneyf yıkanmak için elbisesinin üstünü çıkarmıştı. Âmir b. Rebî’a da ona bakıyordu. Sehl, cildi güzel, bembeyaz bir kimseydi. Âmir, “Hiç güneş görmeyen ciltler bile bugün gördüğüm gibi değildir.” dedi. Bunun üzerine Sehl hastalandı. Sehl’in rahatsızlandığı Rasul-i Ekrem Efendimiz’e haber verildi ve “Sehl başını bile kaldıramıyor.” dendi. Bunun üzerine Efendimiz “Suçladığınız birisi var mı?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Âmir b. Rebî’a” diye cevap verdiler. Efendimiz Âmir çağırıp kendisine kızdı ve şöyle buyurdu “Sizden biriniz kardeşini neden nazarla öldürüyor? Ona mâşallah’ deseydin ya! Haydi şimdi kardeşin için yıkan.” buyurdu. Âmir de yüzünü, ellerini, dirseklerini, dizlerini, ayak topuklarını ve böğürlerini bir kap içinde yıkadı. Sonra bu su Sehl üzerine döküldü. Sehl anında iyileşti. Muvatta Mucize ile Sihir/Büyü Farkı 1-Mucize Allah Tealâ’nın, peygamber olarak görevlendirdiği insanlar eliyle gerçekleştirdiği olağan üstü olaylara denir; çalışarak, öğrenerek, okuyarak ve pratik yaparak mucize gösterilemez. Sihir/büyü ise bilenlerden öğrenmek ve çalışmak suretiyle herkesin ulaşabileceği bir iştir. 2- Mucize tamamen gerçektir; meydana gelmesinde herhangi bir sahtelik, göz bağcılık veya aldatma yoktur. Doğrudan doğruya peygamber tarafından ve vasıtasız olarak izhar edilir. Sihir/büyü ise genellikle gözbağcılığa ve el çabukluğuna dayanır. Gerçek payı bulunanlarda ise cinlerden ve sair varlıklardan yardım alınır. 3- Sihir/büyü, özel bazı vakitlerde ve özel birtakım eşya kullanılarak yapılır; yani belli şartları vardır. Mucize ise böyle değildir. Allah Tealâ’nın dilediği her zaman peygamberler eliyle izhar olunur. 4- Büyü/sihir yenilenmediği zaman bir süre sonra etkisini kaybeder. Mucize ise, kendisinden beklenen maksadı hasıl ettiği sürece devamlıdır. 5- Mucize, kevnî olaylara bile müdahale edip onları değiştirecek çapta meydana gelebildiği halde ayın ikiye ayrılması, denizin yarılması… gibi, sihir/büyü, sınırlı bir sahada cüz’î bir etkiye sahiptir. Sihir, Büyü ve Tılsımın Hümu Sihir, büyü, tılsım… gibi işlerle uğraşmak dinimizin kesin olarak yasakladığı, haram kıldığı şeylerdir ve kişiyi küfre kadar götürür. Bununla birlikte, alimler yapmak için değil, fakat yapılmış olanı bozmak ve şerrinden korunmak için sihir/büyü öğrenmenin haram olmadığına hükmetmiştir. Elmalılı, 1/447 NE YAPMALI? Her ne kadar kendimiz uğraşmasak da -Allah korusun- sihir/büyüye maruz kalabilir veya başkasının nazarının hedefi olabiliriz. Böyle bir durumda yapılması gerekenleri de kısaca özetleyelim Sihirden korunmanın yolu Sihir/büyü, tılsım, nazar vb. şeylere karşı takınılacak tavır, öncelikle her şeyin Allah Tealâ’nın iznine ve dilemesine bağlı olduğunu bilmektir. Dolayısıyla öncelikle Allah Tealâ’ya güçlü bir iman ve teslimiyetle bağlanmak gerekir. “Allah’ın izni olmadıkça onlar büyücüler kimseye bir zarar veremezler.” Bakara, 102 ayeti dikkatimizi bu noktaya çekmektedir. Efendimiz hayvanının terkisine bindirdiği Abdullah b. Abbâs hitaben, “Ey çocuk! Sana, Allah’ın seni faydalandıracağı kelimeler öğreteyim mi?” demişti. İbn Abbâs “Evet, ey Allah’ın Resulü..” diye cevap verince şöyle buyurdu “Allah’ın emir ve nehiylerini onlara riayet etmek suretiyle muhafaza et ki Allah da seni muhafaza etsin. Allah’ın emir ve nehiylerini muhafaza et ki, O’nuyardımını her zaman önünde bulasın. Genişlik zamanında O’nu an ki, darlık zamanında da O seni ansın ve sana yardım etsin. İstediğinde Allah’tan iste; sığındığında Allah’a sığın. Olacak şeyler konusunda kalem kurumuş, hüküm kesinleşmiştir. Şayet mahlukatın tamamı sana bir menfaat sağlamak için bir araya toplansalar ve fakat Allah onu senin hakkında yazmamış ise, onu yapmaya muktedir olamazlar. Ve şayet sana bir zarar vermek için toplansalar, ancak Allah onu senin hakkında takdir etmemişse, onu yapmaya da güç yetiremezler. Bil ki, zorlandığın şeye sabretmende çok hayır vardır. Zafer sabırla, ferahlık da sıkıntıyla birliktedir. Güçlükle beraber kolaylık vardır.” Ahmed b. Hanbel, 1/307 Bunun arkasından, dua ve zikri terk etmemek gelir. Efendimiz nakledilen uzun bir hadisin bir bölümü şöyledir “Sizin yapacağınız şey, Allah’ı zikretmektir. Böyle bir kimse, düşmanın hızla takip ettiği, sonunda muhkem bir kaleye rastlayıp kendisini düşmandan koruduğu kimse gibidir. Kendini şeytandan ancak Allah’ı zikretmek suretiyle koruyan kul da böyledir.” Ahmed b. Hanbel, Tirmizî Çokça Kur’an okumak, ibadetleri aksatmadan yapmak ve devamlı abdestli bulunmaya özen göstermek de kişiyi sihir/büyü gibi zararlı şeylerin etkisinden koruyan hususlardandır. Yapıldıktan sonra ise büyü/sihirin etkisini ortadan kaldırmanın en sahih yolu, çokça Kur’an okumak ve Allah Tealâ’yı zikretmektir. Bunun yanında Efendimiz öğrettiği dualar vardır ki, onları da ezberleyip okumak son derece faydalıdır. Bir de ihlâs ve takva sahibi kimselerden sihir/büyü konusunda bilgi ve tecrübesi bulunanlara müracaat etmekte fayda vardır. Bu noktada çok dikkatli olmak gerekir. İnsanların zaaflarından istifade etmek için bu işi bir meslek haline getirmiş olup aslında sihir/büyü ile hiç alakası olmayan dolandırıcı tiplerin tuzağına düşmemeye dikkat etmelidir. Nazardan nasıl korunulur? Nazardan korunmanın ve meydana gelmeden önce nazarı engellemenin yolu, bir kardeşimizde hoşumuza giden bir şey gördüğümüzde “Bârekellâhu fîhi.” Allah ona bereket versin, “Allâhümme bârik aleyhi.” Allahım, ona bereket ihsan eyle veya “Mâşallah.” Allah’ın dilediği olur demektir. Efendimiz buyurmuştur ki “Sizden biriniz kardeşinde, kendisinde veya malında hoşuna giden bir şey gördüğü zaman ona bereket dileyerek dua etsin. Zira nazar haktır.” Ahmed b. Hanbel, 3/447 İbn Hacer şöyle der “Bir şeyi beğenen kimsenin, hemen beğendiği şey için bereket dilemesi gerekir. Onun böyle yapması bir rukye dua olur.” Fethu’l-Bârî, 10/205 Bereket dilemek, yukarıda geçen ifadelerden birisini söylemek demektir. Nazar meydana geldikten sonra yapılacak şey ise, yukarıda geçen Sehl olayında olduğu gibi, nazarı değen kişinin abdest alması ve o suyu, kendisine nazar değen kişinin üzerine dökmesidir. Nitekim Efendimiz yukarıdaki uygulamasını teyit eder tarzda Hz. Aişe validemizin şöyle dediği nakledilmiştir “Başkasına nazarı değen kimseye abdest alması emredilir, o da abdest alırdı. Sonra o suyla, kendisine nazar değen kişi yıkanırdı.” Ebu Davud Eğer bir kimseye kimin nazarının değdiği bilinmiyorsa, zikir ve meşru rukyeyle Allah Tealâ’ya sığınmaktan, Kur’an okumaktan ve dua etmekten başka yapılacak bir şey yoktur. Bilhassa Fatiha, Felâk, Nas ve İhlâs sureleri ile Ayetelkürsî’yi okumak tavsiye edilmiştir. Efendimiz şöyle buyurmuştur “Rukye ancak nazar ve yılan, akrep vb. sokması sebebiyle yapılır.” Buharî, Müslim. Burada geçen rukye, Kur’an okumaktan ibarettir. Halk arasında çocukları nazardan korumak maksadıyla “nazar boncuğu” takmak oldukça yaygın bir adettir. Ne var ki nazar boncuğu göz değmesine bir fayda sağlamadığı gibi, dinimizce de yasaklanmış şeylerdendir. Aynı şekilde içinde Kur’an ayetlerinden başka bir şey bulunan muskalar takmak da dinimizce hoş karşılanmamış, yasaklanmış uygulamalardandır. Bununla birlikte okuma yazması olmayan ve ezberinde Kur’an ayetleri bulunmayan kimseler için, üzerinde Kur’an ayetleri ve Efendimiz rivayet edilmiş dualar bulunan bir kâğıdı muska, hürmetine halel getirmemeye dikkat ederek taşımakta da bir sakınca yoktur. Bu da bir anlamda rukye olarak kabul edilebilir. Bu yazıda ele aldığımız konu, fizikötesi alanla, yani gaybla ilgili olduğundan, fal, kehanet, astroloji, burçlar… gibi bu konuyla ilişkili olan bazı hususlara değinmedik. Zira bunlar da ayrı bir yazının konusunu teşkil edecek kadar öneme ve ayrıntılara sahiptir. Ebubekir Sifil
fal sihir ve büyü ile ilgili ayetler